top of page

Alman Werkbund

20. yüzyılın başında Köln’de düzenlenen Alman Werkbund’un ilk sergisi, oldukça farklı yaklaşımlarda heterojen tasarımlar içeriyordu. Werkbund içinde, topluluğun amacına yönelik birbirine zıt görüşler hakimdi. Bu baskın görüşlerden birinin sahibi Muthesius, Werkbund’un asıl amacının Alman mimarlığı ve sanatını dünyaya tanıtmak, tüm ülkede ve dünya çapında yoğun talep edilen bir hale getirmek olması gerektiğini düşünüyordu. İstenen yoğun tüketici talebinin oluşmasının ön koşuluysa sanatta ve mimaride standardizasyonun gerekliliğiydi ona göre. Bu sayede Almanya ihracat ile ekonomik olarak kalkınabilir, evrensel düzeydeki mimari anlayışa ulaşabilir ve Alman endüstriyel sanatı dış pazara açılabilirdi. Bu amacın meydana gelmesi içinse görsel reklam ve eğitimlerin yapılması, tüketiciyi eğiterek belirli bir beğeni düzeyinin, dolayısıyla talebin oluşturulması ve devletin desteğinin alınması gerekliydi.

Muthesius’un yaklaşımının oldukça milliyetçi ve determinist yönleri vardır. Ülke ekonomisini kalkındırmak ve dış pazar tarafından tanınma arzusu, maalesef sanatı ve mimariyi meta haline indirgeyici bir yaklaşımın ortaya konmasına neden oldu. Mimarlığı ve sanatı amaç olmaktan öte bir gelir aracı haline getiren bu yaklaşım, mimarlığın doğasına oldukça aykırıdır. Çünkü temelde yaratıcılığın beslediği mimarlık dalının bir reçetesi yoktur, ve olamaz da. Ekonomik kalkınma uğruna sanatı ve mimariyi indirgemek, anlamından ve amacından soyutlamak, onu üretim bandındaki herhangi bir ticari mal haline getirmekle eşdeğerdir. Bireysel düşünce ile üretilen eserlere talep olmayacağını ve endüstriyel sanatın standart kurallara bağlanması gerekliliğini öne süren Muthesius’a, Van de Velde karşı çıkmıştır.


Van de Velde, hiçbir sanatçının sanatın özüne aykırı olan bu indirgeyici ve aynılaştırıcı yolu kabul etmeyeceğini söyler. Sanatçılar ona göre idealist, spontane ve özgür yaratıcılar olarak belirlenmiş kriterlere itibar etmezler. Sanatçının eylemlerinin kontrol ve sterilize edildiği yerde zorunluluk vardır, özgür yaratıcılıktan söz edilemez. Van de Velde yirmi yıldır döneme uygun dekorasyonlar ve formlar arandığını, fakat şimdiye kadar kimsenin kimseye bunları empoze etmeye çalışmadığını vurgular. Sanat özgür bir ortamda kendini var eder ve bireye dayanır. Herhangi bir amaca hizmet edecek olması onu zorunlu kılar, onu var eden anlamını yitirir. Hala sanatçılar olarak yaratıcı bir çağda olunduğunu, bunun biran önce bitirilmeye çalışılmasının nedeni görmeden sonucu istemeye benzediğini ve acele edildiğini söyler. Standardizasyonun kaçınılmaz olduğu, her şeyin aynılaştığı verimsiz bir çağ zaten doğal olarak gelecek. Fakat hala yaratıcı gücümüzün doruğundayken, verimliyken ve henüz yeni çağın formunu hala bulamamışken, bu dönemi kendi elimizle bitirmenin ve acele etmenin mantıksız olduğunu vurgular Van de Velde.


Mimarlık ve sanat, çıkar uğruna veya ekonomik kaygılarla motive edilerek ürün veremez, kendini gerçekleştiremez. Doğası gereği yaratıcı özgür akıldan, bireysellikten ve özgünlükten beslenir. Her ne kadar gerçeklikle bir noktada bağdaşmak adına birtakım kurallara uymak durumunda kalsa da, içinde var olduğu toplumun yararına da yol açsa, özünde her zaman özgür ve hayalperest ruhunu barındırır. Kısıtlama getirilemez, indirgenemez veya ulusal bir çıkar aracı haline getirilemez. Aksi takdirde kültürlerin en büyük ve somut temsilcisi olan mimarlık, ekonomi pazarının çarklarından biri haline gelip özünü ve anlamını kaybedecektir. Kendi olmaktan çıkacak, salt üretim olgusunun soğuk ve ruhsuz tekeline girecektir.


Bilge Yılmaz




8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page